Çocuklarla Nasıl Çalışıyorsunuz?
Oyun oynamanın çocuklar için ne kadar önemli olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Çocuklar oyun ve oyuncak vasıtasıyla kendilerini ifade ederler. Yaşları gereği bir yetişkin gibi henüz kendisini ifade etmeyi bilmeyen çocuklar için oyun biçilmiş kaftandır. Oyun oynarken oyuncakları birer sembol olarak kullanan çocuklar, iç dünyalarında yer alan olumsuz duygu ve düşünceleri dışa vururlar. Bu konuda uzman olan terapist bu dışa vurumları bildiği için ipuçlarını yakalar ve çocukta neler olup bittiğini anlamaya başlar.
Madalyonun diğer yüzünü ise ebeveynler oluşturur. Çocuklarla çalışırken aynı zamanda ebeveynler ile de çalışırız. Hastalanmış bir çiçek hayal edin; çiçeğin iyileşebilmesi için buna bakım vereni de katkı sağlamalıdır. Eğer çiçeğe bakan kişi çiçeğin suyunu vermiyorsa siz istediğiniz kadar çiçeğe müdahalede bulunun yine de işe yaramayacaktır. Aynen öyle de çocuklar vaktinin çoğunu birlikte geçirdiği ebeveynleriyle aralarındaki ilişkide sorunlar yaşıyorsa bu onların dünyalarını derinden etkiler. Terapist olarak bizler bu ilişkiyi de hesaba katar ve anlamaya çalışırız. Fark ettiğimiz noktalarda ebeveynlere de müdahalelerde bulunuruz. Bu bazen ebeveyn ile yapılan bire bir konuşmaları, bazen ebeveyn ve çocuk birlikte oynanan oyunları kapsarken kimi zaman ise ebeveyni de bireysel psikoterapi sürecine teşvik etmek şeklinde bile tezahür edebilir. Ne de olsa ebeveynde bir zamanlar çocuktu…
Ben inançlı biriyim, psikoloğa gitmeme gerek yok (!)
Yapılan bazı araştırmalarda dini inançları kuvvetli olan insanların psikolojik sağlamlıklarının yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Dini inançları kuvvetli olmak kavramı oldukça görecelidir. Birçoğumuz müslüman olduğumuzu söylüyoruz fakat iç dünyamızda tam olarak neye inandığımız tartışmalı bir konu. Kimimiz sonsuz güçlü bir yaratıcıya inanırken, kimimizin Allah’ı ise o kadar da güçlü olmayabilir. Bu nedenle de inandığımız varlıktan ne kadarlık bir güç aldığımız ve bu gücün psikolojik sağlığımızı ne kadar koruduğu kişiden kişiye değişebilmektedir. Bu nedenle bir kişinin dini inançlarının kuvvetli olması (ya da böyle görünüyor olması) psikolojik sağlığının yerinde olduğu konusunda bize kesin bir delil sunmamaktadır. Hatta edindiğim klinik tecrübelerde başlıktaki cümleyi kuran çoğu kişinin bunu psikoterapiye başlamamak yani kendi iç dünyasını keşfetmemek için bir bahane olarak sunduğunu fark ettim.
Ayrıca bildiğim kadarıyla tasavvuf ve islam tarihi sıklıkla kişinin iç yolculuğundan, nefis muhasebesinden ve kişinin kendi karanlık tarafıyla yüzleşmesinden bahseder. Tüm bu kavramlar psikoterapinin doğasıyla doğrudan örtüşmektedir. Psikoterapi de bir keşif ve gerçeği arama yolculuğudur. Kişi psikoterapide aslında ne olduğunu ve ne olmak istediğini ya da ne olması gerektiğini arar.
Son olarak İslam’daki dua kavramını iyi anlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla İslam’da dua ikiye ayrılır. Birincisi fiili dua diğer ise kavli(sözlü) duadır. Bir örnekle anlatmaya çalışayım. Bir esnaf para kazanmak istiyorsa sabah dükkanını açar; bu fiili duadır. Dükkanına müşterinin gelmesi için ise kalben ve dil ile dua eder ve ister; bu ise kavli yani sözlü duadır. Esnafın dükkân açmadan sadece sözlü olarak dua etmesi para kazanması için yeterli olmayacaktır. Çünkü Kuran’daki görüşe göre bir şeylerin gerçekleşmesi bizim çabamıza bağlıdır. Allah bizim çabamızın neticesinde arzu ettiklerimizi gerçekleştirir. Kişinin ruh sağlığına yeniden kavuşabilmesi için psikoterapiye gelip iyi oluşu için çabalamasını fiili dua olarak görüyorum. Kişi iyileşebilmek için yine sözlü duasını yapabilir fakat fiili dua yani eyleme ve çabaya dayalı olmayan dua tek başına yeterli olmayacaktır.
Tüm bu kavramları doğru değerlendirmekte fayda olduğu ve din ile bilimi bu konuda yarıştırmanın doğru olmadığı kanaatindeyim. Kişi pekala dindarken psikoterapiden de faydalanabilir ve bence faydalanmalıdırda.
Biriyle (uzman ile) konuşarak iyileşmek nasıl mümkün? Psikoterapi gerekli mi?
Bizler sosyal varlıklarız. İlişkiler kurarız. Anne-babamızla, eşlerimizle, arkadaşlarımızla, bitkilerle, hayvanlarla, gözümüzle gördüklerimiz ve görmediklerimizle ilişkiler kurarız. Onlarla birer bağ oluşturur ve o iplerle birbirimize bağlanırız. Bunu yaparız çünkü buna muhtacız. Su gibi düşünün. Nasıl suya muhtaçsak ilişkilere de o denli muhtacız. Bizler ilişki kurarken çoğunlukla konuşuruz. Konuşarak içte olanı dışardan görünür hale getiririz çünkü bu gereklidir. Yoksa dışardan bakınca içte olanı göremeyiz. Örneğin birinin acıktığını yüzüne bakıp anlamanız zordur. “Ben acıktım” cümlesi işleri oldukça kolaylaştırır hem yemek hazırlayacak için hem de yemek yiyecek için.
Bazen içte olanlar o kadar birikir ki bu birikmişlik taşıyana yük olmaya ve zarar vermeye başlar. Bazen yükünüz o kadar ağırlaşır ki nasıl, nereye ve kime bırakacağınızı bilemezsiniz. Psikoterapi dediğimiz şey aslında bu kısımda devreye giriyor diyebilirim. Terapi de bir ilişki biçimidir. Yine iki insan var ve kurdukları bir bağ var. Diğer bağlardan farkı bu iki kişiden birisinin bu alanda eğitim almış uzman biri olması ve ilişkinin nasıl kurulacağını, nerede ne konuşacağını ve ne soracağını biliyor olmasıdır. Böyle bir terapistin eşliğinde kişi duygularını, düşüncelerini, içini ve kendisini olduğu gibi var etme fırsatı bulur. Bu fırsatla birlikte kendisini tanımaya başlar, yaralarını sarmayı ve/veya karşısındakini yaralamamayı öğrenir. Yani sonuç olarak terapistim diye söylemiyorum psikoterapi bence oldukça gerekli?
Deliler psikoloğa gider(!), ben deli miyim de psikoloğa gidecekmişim?
Bu cümleler maalesef terapistler olarak bize gelen insanların bu şekilde etiketlenmesinden kaynaklanıyor. İnsanlar ihtiyaçları olmasına rağmen bu şekilde etiketlenirler korkusuyla psikoterapiye gitmek istemiyorlar. Bir kişiyi davranışlarından ötürü yargılamak, eleştirmek ve dışlamak yapması en kolay olanı. Fakat onu anlamaya çalışmak, ne gibi yaşanmışlıklardan sonra o hale geldiğini düşünmek tabi ki zor ve bize yapması gereksiz gelen kısmı. Bunun yerine bu deli şu kötü diyerek işin içinden çıkıyoruz. Bu gibi etiketler maalesef bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Çünkü o “delilerle” benzer hayat olaylarını yaşadığımızda bizde deli diye etiketlediğimiz kişiler gibi davranmak isteyebiliriz.
Ayrıca klinik gözlemlerime baktığımda bu cümleyi kuran kişilerin birçoğunun çevrelerindeki insanlara farkında olarak ya da olmayarak zarar veren kişiler olduğunu görüyorum. Kendileri çoğunlukla tedavi almayı reddedebilmek için bir bahane olarak kullanıyorlar bu gibi cümleleri.
Son olarak , psikoterapiye sadece “deliler” gelmez, sağlıklı olup kendisini daha çok tanımak isteyenden tutun, “deli” diye tabir edilen zor şeyler yaşamış ve hayat onları buralara kadar getirmiş kıymetli insanlarda gelirler. Lütfen sen bu cümleyi kuran kardeşim, sende bir uğra derim????
Eee psikoterapiye geldim şimdi ne olacak?
Anlatacaksınız efendim, aklınızda ne çağrışıyorsa, içinizden ne bahsetmek geliyorsa anlatacaksınız? Siz anlatacaksınız, biz sizi dinleyeceğiz. Anlattıkça dinleneceksiniz. Anlattıkça kulaklarınız ağzınızdan çıkanı duyacak. Duydukça hayrete düşeceksiniz. Gerçekte tam olarak ne olduğunuzu, nasıl biri olduğunuzu, nasıl davrandığınızı ve bu davranışların altında hiç beklemediğiniz neler yattığını göreceksiniz. Ama tüm bu keşifler siz anlattıkça olacak.
Hasta: Eee psikoterapiye geldim şimdi ne olacak?
Terapist: Buyrunuz anlatınız efendim?
Ne tür konular sizin çalışma alanınıza giriyor?
Marifet psikoloji bir psikoterapi merkezidir. Nasıl bir hastaneye insanlar vücutlarında yer alan ağrıların kaynağını bulmak ve çözmek için giderler, bize de insanlarımız ruh dünyalarında yaşadıkları ağrıları dindirmek için gelirler. Biz bu ağrıların artık bir hastalık olarak tezahür etmiş biçimlerine psikolojik rahatsızlıklar diyoruz. Burada yaptığımız şey ise psikoterapi vasıtasıyla yani hastayla konuşarak ve bir ilişki kurarak hafifletmeye çalışıyoruz. Bunu sadece biz bir şeyler söylüyoruz ve hasta iyileşiyor gibi anlamayınız. En temelde hastanın kendisini ifade etmesi ve yaşadıklarını anlatması, anlatılamayanın dışa vurulması pastanın en büyük dilimini oluşturuyor.
Kaygı bozuklukları, kişilik bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, psikotik bozukluklar(şizofreni), fobiler, öfke kontrol sorunları, bağımlılık (alkol, madde ve davranışsal bağımlılıklar – ekran bağımlılığı gibi), bipolar bozukluk, travma gibi yetişkinlerde görülebilecek neredeyse tüm hastalık gruplarıyla çalışıyoruz.
Çocuklarda ise çiş kaçırma, kaka kaçırma, bağımlılıklar (telefon,tablet,bilgisayar), okula uyum sorunları(okula gitmek istememe, okulda zorbalıklar vs), öfke patlamaları, söz dinlememe (karşı gelme bozukluğu) gibi birçok alanda çalışıyoruz.
Ne zamandır psikoterapiye başlamak istiyorum, bir türlü başlayamıyorum.
Kişinin kendisinde ne olup bittiğini anlamak için kendine dönüp bakması söylendiği kadar kolay bir mesele değil. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi zordur. Örneğin kendinizi iyi biri olduğunuza inandırdıysanız bunun bozulmasını istemezsiniz. Eleştirilmek zor gelir. Kendinizi eleştirmekte öyle. Psikoterapi ise kişinin ruh dünyasının sökülüp yeniden doğru bir şekilde takılması olarak tanımlanacak olursa sökülme evresi bizi korkutabilir. Çünkü bir arabanın motorunu sökerken motorun ne kadar kirlendiğine ne kadar hor kullanıldığına daha yakından şahit olursunuz ve bu zorlayıcıdır. Bizim de psikoterapiye bir türlü başlayamayışımızın altında buna benzer bir durum yatıyor olabilir. Halının altı o kadar kabarmıştır ki temizlik için bile olsa kaldırıp bakmak beni zorlayabilir.
Öte yandan sökme işlemine başlamadığım her gün daha çok kirleniyor olabilirim. Her geçen gün temizlikte daha zor hale gelecektir. Bu nedenle bre bismillah deyip başlamakta fayda var. Onca kiri tek başınıza temizlemek zor olacaktır, bir terapistten yardım almakta fayda var.
Psikolog ve Psikiyatr farkı nedir?
Psikologlar 4 yıllık psikoloji bölümü mezunu olan, psikiyatrlar ise lisansta tıp eğitimi almış ve sonrasında uzmanlığını (TUS ile kazanılan) psikiyatri bölümünden yapmış hekim kişilerdir. Psikologlar eğer eğitim hayatlarına terapi eğitimleri alarak ve bu konuda kendilerini geliştirerek devam ederlerse Psikoterapist olurlar ve konuşarak tedavi etmeye liyakat kazanırlar. Psikiyatristler ise genellikle hastanelerde ya da özel kliniklerde ilaçla tedavi yürütürler. Fakat bazı psikiyatristler aynı psikologlar gibi psikoterapi eğitimleri alarak aynı zamanda psikoterapistte olabilirler.
Lütfen siz terapiye gelen danışanlar ve hastalar, terapistlerinize eğitimlerini, yeterliliklerini ve ne türde bir terapi uyguladıklarını sorun ve araştırın. Buna hakkınız var.
Psikoterapide ekollerden bahsediliyor, bunların farkları nelerdir?
Yaygın bilinen bazı ekollerden bahsedeyim. Bilişsel davranışçı terapi ülkemizde en yaygın kullanılan terapi yöntemlerinde birisidir. Bireyin yaşadığı sorunları aklından hızla gelip geçen düşünceleri yavaşlatıp farkına varmaya ve akli sorgulamalar yapmaya dayalıdır. Örneğin, biri yolda yürürken size dönüp selam vermediğinde yaşadığınız duygu, düşüncelerin farkına varmaya ve bu düşüncelerin ne kadar işlevsel olduğunu, hayatınıza ne kadar katkı sağladığını ve iyi geldiğini anlamaya çalışırsınız.
Psikodinamik terapi ise bireyin akli süreçlerinden çok deneyimsel ve duygusal süreçlerine odaklanır. Bireyin deneyimlerini çalışabilmek için geçmişe gider ve orada olup bitenin burada olup bitene olan etkisini çözümlemeye çalışır. İnsanın göründüğünden çok daha fazlası olduğuna inanan dinamik terapi, buzdağının görünmeyen kısmına bilinç dışı adını verir ve asıl çalışma alanıda burasıdır. Kişi terapide deneyimlerini hikayeleştirerek anlatır ve terapist onu dinlerken bilinçdışına erişim sağlamaya çalışır. Bu haliyle psikodinamik terapinin psikanalizin modern çağda sadeleştirilmiş versiyonu olduğunu söyleyebilirim.
Psikanalitik terapi ya da psikanaliz ise psikodinamik terapinin kuramsal olarak dayandığı yöntemdir. Yine asıl çalışma alanı bilinçdışı arzular ve çatışmalardır. Psikodinamik terapiden farkı ise hasta terapistiyle karşılıklı oturmaz. Hasta bir kanepeye uzanır. Terapisti ise onun görüş alanının dışında yani arkasında durur. Böylece hasta daha çağrışımsal hale gelmeye başlar.
Bunlar gibi daha pek çok psikoterapi ekolü vardır, yaygın olanlarına değinmek istedim.
Psikoterapide hastanın görevleri nelerdir?
Psikoterapide hastanın en temel görevi konuşmaktır. Zihninde o an çağrışan hikayeleri, olayları, kişileri, fantezileri ve arzuları anlatmaktır. Terapistin görevi hastayı tanımaksa hastanın görevi iste terapiste kendisini en açık şekliyle tanıtmaktır. Bunu ise hasta kendisini anlatarak yapar. Hastanın diğer görevleri ise terapistiyle ilk seansta belirledikleri çerçeveye uyum sağlamaktır. Seansa konuşulan saatte gelmek, seans ücretini ödemek, belirlenen sıklıklarla seanslara devam sağlamak vs.
Psikoterapide terapistin görevleri nelerdir?
Terapistin en temel görevi dinlemektir. Dinlemek ve hastada neler olup bittiğini anlamaktır. Terapist yalnızca hastanın anlatılarını dinlemez, aynı zamanda sözel olmayan iletişim kanallarını da dinler. Hastanın beden dili, dil sürçmeleri ve anlatmadıkları da terapistin dinledikleri arasındadır. Terapistin bir diğer görevi ise sorular sormak ve olanı biteni netliğe kavuşturmaktır. Ayrıca terapist yorumlar verendir. Olanı biteni anladığına kanaat getiren terapist bunları yorumlar vasıtasıyla hastasıyla paylaşır ve onu da farkındalığa davet eder. Bilinç dışında kalmış olanı bilinçlilik düzeyine getirir. Fakat terapist bunları hasta istediğinde değil kendisi doğru olduğunu düşündüğü zamanda yapar. Yoksa tüm bunlar hasta ister ve terapist verir şeklinde yürümez. Çünkü henüz vakti gelmemiş bir zamanda da hasta bunu talep edebilir fakat iyi bir terapist hastanın istediğini yapan değil(bazen hasta kendisi için gerekli olanıda isteyebilir, bu anlarda istediği tabiki verilebilir, bu durumlar istisna) hasta için gerekli olanı yapandır. Hasta bundan hoşlanmasa bile?
Psikoterapiye başlamam gerektiğini nasıl anlarım?
Bu oldukça göreceli bir konu aslında. Kimisi herhangi bir patalojik (hastalığa dair) belirtisi yokken de terapiye gelmek ve kendisini daha derinlemesine keşfetmek isteyebilir. Kimi insan ise ruh dünyası neredeyse çöküşün eşiğinde olmasına rağmen gelmesine gerek olmadığını söyleyebilir. Yelpaze oldukça geniş yani anlayacağınız? Yine de birkaç kriterden söz etmekte fayda var. Hastalık belirtileri aslında bir yanıyla terapiye başlamanında belirtisi olabilir. Çünkü bir belirtiden söz ediyorsak burada bir problem var demektir. Bir su sızıntısı bir su kaynağını göstereceği gibi panik atak gibi bir belirti ruhsallıkta bir sorun olduğu anlamına gelir. Bu nedenle sizi duygusal olarak olumsuz etkileyen, günlük yaşantınıza ve işlevselliğinize zarar veren, ilişkilerinize zarar veren herhangi bir belirti veya hastalık artık psikoterapiye gelmeniz gerektiğinin sinyallerini veriyordur.
Bir gün diş doktorum bana bize ne kadar geç gelirseniz o kadar zor tedavi olursunuz demişti. Bizde de durum böyle işliyor bir bakıma. Belirti ortaya çıkmışsa bir şeyler için zaten geç kalınmış demektir. Artık bir hastalıktan söz ediyoruz çünkü. Belirti ve hastalık ise diş doktorumun dediği gibi daha zor tedavi edilebilen durumlar. Bu hem bizi daha çok zorluyor terapistler olarak hem de sizi. Bu nedenle belirtileri beklemek zorunda da değiliz. Hayat bir belirtiden veya hastalıktan muzdarip olmasak bile üzerine detaylı düşünmeye, nasıl yaşanması, ne uğruna ölünmesi gerektiği konusunda kafa patlatmaya değecek kadar kıymetli bence. Sadece bu bile psikoterapiye başlamak için güzel bir neden.
Seans odasında neler oluyor?
Seans odasında hasta ve terapist karşılıklı bir şekilde koltuklarına oturur ve hastanın problemleri hakkında konuşmaya başlarlar. Hasta problemlerinden, hayat öyküsünden, bugünden ve dünden bahsetmeye başlar. Genellikle hastanın kafası karışıktır ve bugün neden kötü olduğunu açıklamakta zorlanıyordur. Karşılıklı konuşma ve kurulan terapötik ilişki (bağ) sayesinde hasta yaşadıklarını anlamlandırmaya ve bugün yaşadığı problemleri çözümlemeye başlar.
Hastanın hayat hikayesinden bahsettikçe terapist hastayı ve çevresindekileri tanımaya başlar. Etrafındaki insanlarla kurduğu ilişkileri ve çocukluk dönemi yaşantılarını anlamaya başlayan terapist uygun zamanlarda bunları hastasıyla paylaşır. Bu hastanın da kendisini yakından tanımasına ve bilinçdışı olarak onun hayatını yöneten içsel kuvvetleri anlamasına olanak tanır. Keşif süreci derinleştikçe iyileşmede o nispette ilerler.